Arama:
İDARENİN EYLEMLERİNDEN KAYNAKLANAN TRAFİK KAZALARINDA İDARENİN HİZMET KUSURUNDAN KAYNAKLANAN SORUMLULUĞU

Hukuk kuralları toplum halinde yaşayan insanların birbirleriyle ve toplumla ilgili ilişkilerini düzenleyebilmek adına devletin yetkili organları tarafından konulan, uyulması zorunlu ve maddi müeyyideli kurallardır. Hukuk kuralları her ne kadar birlikte yaşayan insan topluluklarının bir düzen halinde yaşamasını amaçlasa da kapsam alanı bu kadarla sınırlı değildir. Hukuk devleti ilkesini benimsemiş bir devlette hukuk, sadece vatandaşlar için değil ayrıca tüm idari yapısı ile devlet için de bağlayıcıdır. Devlet ve devletin yetkili organları, hukuka aykırı işlem ve eylemlerinden dolayı hesap verebilir olmalı, kişilere verdiği zararları tazmin etmelidir. Sosyal devlet anlayışının bu kadar önem kazandığı bir dönemde topluma hizmet amacını yürüten bu idari kuruluşlar, hizmetleri gerektiği gibi yerine getirememesi halinde belli bazı yaptırımlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Bizde sosyal devlet anlayışını benimsemiş olduğumuzdan dolayı idarenin her türlü işlem ve eylemlerinden sorumlu olması gerektiği ilkesini kabul etmekteyiz. Bu ilke doğrultusunda idare hukukunda da kabul gören “hizmet kusuru” kavramı karşımıza çıkmaktadır. Hizmet kusuru, idarenin idare hukuku ilkelerine göre kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında üçüncü kişilere verdiği zararı ifade eder. Hizmet kusuru genel, anonim, asli, bağımsız ve esnek bir yapıya sahiptir. İdarenin yürütmüş olduğu kamu hizmetinin hiç işlememesi, kötü işlemesi veya geç işlemesi idarenin sorumlu olduğu hizmetleri yerine getirmesi konusunda bir aksamaya neden olacaktır bunun sonucunda da hizmet kusuru ortaya çıkacaktır. İdarenin hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluluğu en çok trafik kazalarında karşımıza çıkmaktadır. Trafik kazaları son zamanlarda artış göstermektedir, bu artışın sebeplerini birçok nedene bağlayabiliriz. Bunlardan en önemlileri yetkili idari kurumları da ilgilendiren yol bakım ve çalışmalarının gerektiği gibi yapılmaması, bakım ve yapım çalışmalarında gerekli tedbirleri almamak, yol yapısı ve işaretleme yetersizliği gibi nedenleri sıralayabilir. Sıralamakta olduğumuz bu nedenlerden kaynaklanan kazalarda belli idari kurumların sorumlulukları bulunmaktadır. Bu sorumluluk devlet tarafından kamu yararı gözetilerek bu konudaki düzeni ve emniyetin sağlanabilinmesi adına, ilgili kazanın karayolunun hangi bölgesinde gerçekleştiğine göre değişiklik göstermesine bağlı olarak Karayolları Genel Müdürlüğü ve belediyeye yüklenmiştir. Yukarıda sıraladığımız nedenlerle meydana gelebilecek trafik kazalarında sorumluluğun hangi idari kuruluşlara ait olacağının açıkça belirlendiğinden bahsetmiştik. Şehir içi yollarda meydana gelen ve yukarıda saydığımız nedenler veya benzer nitelikli nedenlerden dolayı meydana gelen trafik kazalarında ilgili belediyeye tazminat davası açılabilir. Benzer nedenler ile şehir dışı yollarda meydana gelen kazalarda uğranılan zarardan ise Karayolları Genel Müdürlüğü sorumlu olur. Görüldüğü üzere karayolları üzerinde belediyelerin ve Karayolları Genel Müdürlüğü’nün sorumlulukları birbirleriyle aynı olsa bile sorumluluk alanları birbirlerinden ayırılmıştır. Bu ayrım olası bir trafik kazası halinde mağdur tarafın maddi ve manevi kayıplarını hangi ilgili idare kurum tarafından karşılanacağı hususunda önem kazanmaktadır. İdarenin hizmet kusurundan kaynaklanan kazalarda ortaya çıkan zarara göre maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulabilir. Trafik kazaları nedeniyle talep edilebilecek maddi tazminat kalemleri; kazaya karışan araçta oluşan ve sigorta şirketinden talep edilemeyen maddi zarar, ortaya çıkan bedensel zarar nedeniyle tedavi masrafları, organ veya işgücü kaybının hayat boyu yol açacağı gelir kaybı ve ölüm meydana gelmişse ölenin yakınları için destekten yoksun kalma tazminatıdır. Manevi tazminat kalemleri ise trafik kazasının ağırlığına göre; kaza anında yaşanan korku ve şok, bedensel zarar varsa bu nedenle yaşanan fiziksel acı, tedavi sürecinde yaşanan veya yaşanacak olan fiziksel acı, organ kaybı veya vücutta sabit iz kalması halinde bunun yarattığı psikolojik rahatsızlık ve manevi sarsıntının karşılığını talep edebiliriz. İdarenin söz konusu trafik kazalarında sorumluluk alanının belirlenmesinde belli bazı koşullar bulunmaktadır. Bunlar; idarenin sorumluluğunu doğuran bir fiil olmalı ve bu fiil idari işlem ya da eylemden kaynaklanmalı, ortada para ile ölçülebilen bir zarar olmalı, zarar ile zarara yol açan olay arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu koşullar sağlandığı takdirde ancak idarenin hizmet kusurundan söz edebiliriz. İdarenin hizmet kusurundan kaynaklanan tazminat yükümlülüğü sadece yukarıda saymış olduğumuz örneklerden ibaret değildir. Kamu personeli, idari kurum tarafından kiralanan veya satın alınan bir araç ile kamu hizmetini yerine getirdiği sırada karışacağı bir trafik kazasını da hizmet kusurunun kapsamı alanına sokmamız mümkündür. Hizmet kusuruna yol açabilecek eylemleri belli bir kalıba sokarak kısıtlamak doğru olmayacaktır. Kamu hizmetinin yerine getirilmesi veya getirilmemesi, yerine getirilse dahi bunun eksik şekilde olması halinde oluşabilecek mağduriyetlerin birçoğunu hizmet kusuru alanında değerlendirebilir. Ayrıca hizmet kusurundan doğan zararlardan sadece idare soorumludur. Kamu personeli hizmet kusurundan doğan zararlardan sorumlu tutulamaz. Hizmet kusurundan dolayı oluşan zararlardan kamu görevlisine özel hukuk hükümlerine çerçevesinde adli yargıda tazminat davası açılamaz. Hizmet kusuru halinde idareye karşı idari yargıda tam yargı davası açılması gerekmektedir. Son olarak idarenin kusurunu ispatlama görevi, genel bir usul hukuku kuralı olan “iddia eden ispatını mükelleftir” kuralı gereği zarar gören davacıya düşer.

TRAFİK KAZALARINDA MÜTESELSİL KUSUR

Ulaşım aracı olarak nitelendirebileceğimiz otomobil, minibüs, kamyon, kamyonet vb. araçlar hayatımızın her alanında artık ihtiyaç duyar hale gelmiş bulunmaktayız. Bu kadar geniş bir kullanım alanına sahip motorlu taşıtlarla yolculuk yaptığımız esnada birtakım tehlikeler söz konusu olmaktadır. Bahsettiğim bu tehlike hepinizin tahmin edeceği üzere trafik kazalarıdır. Özellikle ülkemizde bu kadar çok araç ve insan yoğunluğu varken trafikte olumsuz bir durum yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Son yıllarda da rakamsal olarak incelediğimizde trafik kazalarında gözle görülür ciddi bir artış söz konusudur. Bu kadar çok trafik kazasının yaşandığı bir ortamda bireylerin maddi ve manevi mağduriyetler yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Bunun önüne geçebilmek adına Karayolları Trafik Kanununca yapılması zorunlu kılınan trafik sigortası yapılmaktadır. Trafik sigortası, olası bir trafik kazası halinde aracın diğer araçlara veya üçüncü kişilere zarar vermesi halinde devreye girer. Oluşan zorunlu masraflar ise sizin adınıza sigorta tarafından karşılanır. Trafik sigortası kazalarda bireyin en azından karşı tarafa vermiş olduğu zararları karşılayarak mağduriyetlerin önüne geçmektedir. Ancak her zaman durum böyle olmayabilir ve sigorta şirketi dışında farklı gerçek veya tüzel kişilerin sorumlulukları gündeme gelebilmektedir. Hukuki anlamda sorumluluk, bir kişinin bir başkasının uğradığı zararı gidermekle yükümlü tutulduğu durumları ifade etmektedir. Farklı gerçek veya tüzel kişilerin sorumluluklarının gündeme gelebileceğinden söz etmiştik bu türden bir durumun meydana gelmesine ise bizler müteselsil sorumluluk hali demekteyiz. Müteselsil sorumluluk, birden çok kişinin aynı zarardan, yükümlülerden her birinin aynı zarar görene karşı, diğer yükümlüler tarafından zararın tamamını tazmin edinceye kadar sorumlu olmasıdır. Müteselsil sorumluluk, Karayolları Trafik Kanunu madde 88’de “Bir motorlu aracın katıldığı kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur.” denerek açıklanmıştır. Trafik kazalarında sürücü, işleten ve sigorta şirketi gibi birden fazla kişinin sorumluluğu söz konusu olabilir. Bu durum madde 88’in devamında “birden fazla kişinin sorumlu olduğu durumlarda, bunlar arasındaki ilişki bakımından zarar, olayın bütün şartları değerlendirilerek paylaştırılır. Özel durumlar ve özellikle araçların işletme tehlikeleri, zararın iç ilişkide başka türlü paylaştırılmalarını haklı göstermedikçe, işletenler ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahipleri kusurları oranında zarara katlanırlar.” hükmü ile açıklanmıştır. Borçlar Kanunda’ da bu konuyla ilgili “zarar görenin dilediği borçluya başvurma hakkı vardır, dilerse sorumlulardan birine dilerse hepsine veya bir kısmına karşı dava açabilir” açıklaması yer almaktadır. Trafik sigortası ile karşı tarafın uğradığı zararın tamamı karşılanmaz. Bunlar önceden belirlenen limitler çerçevesinde düzenlenmiştir. Sigorta şirketi üstüne düşen zararları karşılar, eğer mevcut zarar limitlerin üstünde ise geriye kalan zararları karşılama yükümlülüğü araç sahibine aittir. Sigortacının tazmin yükümlülüğünün genel şartları genel olarak haksiz fiilden doğan tazminat yükümlülüğünde olduğu gibidir. Buna göre bir zarar doğmuş olmalı, bu zararı motorlu araç vermeli ve kaza ile motorlu araç arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Trafik kazalarında sorumluluğun kimlere ait olduğunu belirlemek bazı durumlarda karışık hale gelebilmektedir. Ortak bir sorumluluğun bulunduğu durumlarda kimin hangi oranda tazminat ödemesi gerektiği uzman kişiler tarafından incelenerek söz konusu trafik kazasında kusur oranlarına göre belirlenmektedir. Ancak her zaman da bu mümkün olmayabilir. Çünkü araç işleteni diye bahsettiğimiz kişilerin meydana gelen trafik kazalarında hiçbir kusuru olmasa bile kusursuz bir sorumluluk hali mevcuttur. İşte bu kusursuz sorumluluk hali sebebi ile mağdurların zararını tazmin etme yükümlülüğü altına girebilmektedir. Ancak her zamanda araç işletenin kusursuz sorumluluğu vardır denerek zararlarının tazmini istenemez. Araç işleteni meydana gelmiş olan trafik kazasında zarar görenin hafif kusurundan dolayı sorumluluktan kurtulamaz ancak mevcut durumda mağdurun ağır kusurunun olduğunu mahkeme önünde ispatladığı taktirde sorumluluktan kurtulması söz konusu olacaktır.

TRAFİK KAZALARI SONUCUNDA KİMLER DAVA AÇABİLİR?

Trafik kazaları artık hayatımızın acı bir gerçeği haline gelmiş durumdadır. Her insan günlük yaşamı içerisinde yaya trafiğine veya araç trafiğine çıkmaktadır. Trafikte bulunduğumuz her an olası bir kazaya sebebiyet vermemiz veya olası bir kazanın mağduru haline gelmemiz muhtemel bir durumdur. Her ne kadar trafik sigortası sebebiyet vermiş olduğumuz kazalarda mağduriyet yaşattığımız kişilere karşı zararlarını karşılasada, kanunen belirlenmiş miktarları aşan kısımları bizim ödememiz gerekebilir. Başka bir olası durum ise bizim ağır kusurumuzun bulunduğu durumlarda çok daha büyük miktarlarda tazminat ödemek durumunda kalabiliriz. Kusurlu taraf olmasak bile mağdur durumunda kaldığımız trafik kazalarında, kazanın oluşması veya kazanın sebebi ile ortaya çıkan zararın artmasında kusurumuz olduğu belirlendiği takdirde normal şartlarda almamız gereken tazminatın altında bir tazminat bedeli alabiliriz. İşte bu türden farklı kombinasyonlar içeren durumlarda farklı sonuçlar meydana gelmektedir. Her trafik kazasında kazanın meydana gelmesine sebep olan kişiler, kusurlu sorumluluk sahipleri veya kusursuz sorumluluk sahipleri değişkenlik gösterebilmektedir. Öncelikle bir trafik kazası meydana geldiğinde oluşan zararlara göre maddi ve manevi tazminat hakkımızın bulunduğunu bilmemiz gerekmektedir. Bu meydana gelen zararlar zorunlu olarak yaptırılan trafik sigortası ile güvence altına alınmıştır. Buradaki güvenceden kastımız kendimizi yani bir kazada kusurlu olduğumuz tespit edilmiş ise mağdur tarafın kayıplarını telefi etmek adına kullanılan bir güvencedir. Kusurumuzun bulunduğu trafik kazalarında trafik sigortamız sayesinde mağdur tarafın kayıplarını sizin adınıza sigorta şirketleri, önceden kanunen belirlenmiş miktarını karşılamaktadır. Trafik kazalarının mağdurunun ve yakınlarının tazminat talebinde bulunma hakkı kanunen tanınmış bir haktır. Trafik kazasının yaralanma veya ölüm haliyle gerçekleşmesi bakımından değişiklik göstermekle beraber mağdur veya yakınları tazminat taleplerinde bulunabilir. Öncelikle trafik kazası halinde aracımız zarar görmüş ise bu maddi zararımızı karşı tarafın sigorta şirketi tarafından tazmin edebiliriz. Daha sonrasında eğer trafik kazası sonucunda bir yaralanma durumu söz konusu ise bu yaralanma nedeniyle çalışamadığımız sürede mahrum kaldığımız gelirlerimizi, yaralanma nedeniyle tedavi masraflarımızı isteyebilmekteyiz. Ayrıca kaza nedeni ile yaşadığımız elem ve ızdırabı manevi olarak tazmin etmemiz mümkündür, Yaralanmalı trafik kazalarında tazmin isteminde sadece mağdur bulunabilir. Mağdurun yakınları tazminat talebinde bulunamaz. Ancak bu her durum için geçerli değildir. Ağır bir bedensel yaralanma veya organ kaybının gerçekleştiği kazalarda mağdur tarafin yakınları duydukları elem ve üzüntüden dolayı tazminat talebinde bulunabilir. Aynı şekilde ağır bedensel zarar veya organ kaybının gerçekleştiği kazalarda bizzat mağdur kişi sakatlık oranına ve tüm ömrünün geri kalanına göre meydana gelecek iş gücü kaybına yönelik zararını, tedavi masraflarını maddi tazminat olarak talep edebilecek ve duyulan acı ve ızdırap nedeniyle manevi tazminat talebinde bulunabilecektir. Trafik kazası neticesiyle ölüm meydana gelmiş ise bu durumda farklı kişiler farklı tazminat taleplerinde bulunabilirler. Ölümlü trafik kazalarında vefat eden kişinin tazminat talebinde bulunması mümkün olamayacağından ölen kişinin yakınları maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunabilirler. Bu tazminat haklarından bahsetmeden önce yukarıda belirtmiş olduğumuz “yakınlık” kavramını açıklamamız doğru olacaktır. Ölen kişinin yakınları dediğimizde aklımıza sadece kan bağı bulunan kişilerin gelmemesi gerekmektedir. Çünkü bu tazminat taleplerinde sadece ölen kişinin kan bağı bulunduğu yakınları değil, kişi ile duygusal anlamda bir yakınlığı mevcut olan kişilerde bulunabilmektedir. Vefat eden kişinin anne, baba, eş, çocukları, kardeşlerinin tazminat talebinde bulunabileceği gibi nişanlısı, sözlüsü, arkadaşları da ölen kişinin ölümünde dolayı duyduğu acı ve üzüntüsünü manevi olarak tazmin etmesi mümkündür. Ayrıca ölümlü trafik kazalarında ölen kişinin yakınları maddi tazminat talebinde de bulunabilmektedir. Ölen kişinin yakınları cenaze masrafları ve eğer ölüm aniden değilde hastanede tedavinin ardından gerçekleşmiş ise hastane masraflarını talep etme hakkına sahiptir. Trafik kazalarında mağdurun ve yakınlarının ne kadar tazminat alabileceği konusunda kesin bir şey söylemek yanlış olacaktır. Çünkü bu hesaplamalar alanında uzman kişiler tarafından yapılmaktadır. Hesaplamalar yapılırken hayatını kaybeden kişinin yaşı, aile ekonomisine katkısı, geride kalan kişilerin sayısı göz önünde bulundurularak hesaplanmaktadır. Tazminat hesaplanmasında ölen kişinin ve kazazedenin ekonomik durumu ve uğramış olduğu zararın tam olarak tespiti çok önemlidir. Eğer bu tür hususlar dikkate alınmadan yapılacak bir hesaplamada olması gerekenden çok daha düşük tazminatlar alınması muhtemeldir. Ayrıca tazminatın belirlenmesinde kazanın meydana geliş şekli ve tarafların kusur oranları da dikkate alınması gereken önemli konulardandır.

FURKAN YILDIRIM

İşleten ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu
nedir?

Bu kısımı 2 ye ayırarak inlememiz gerekmektedir. İlk incelememiz: işletilme
halinde olan araçlar için sebep olunan zararlar,diğeri ise işletilme halinde
olmayan araçlar için sebep olunan zararlardır.

1- İşletme halinde olan bir aracın sebep olduğu zararlardan sorumluluk
KTK m 85 uyarınca; bir motorlu araç işletilme halinde iken bir kimsenin ölümüne,
yaralanmasına veya bir kimseye zarar verici nitelikte olduğu hallerde motorlu aracı
işleten kişi veya kişiler ile araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi arasında
müteselsilen ve müştereken sorumluluk ilişkisi meydana gelmektedir.
Şartları ayrıntılı inceleyecek olursak;
a- Bir motorlu taşıt olmalıdır

  • KTK da motorlu taşıtın tanımı verilmiştir. Aracın kendisi içinde bulunan
    makinen ürettiği güç sayesinde, yani kendi dışında herhangi bir güce
    ihtiyacı olmadan toprak üzerinde kendi kendine hareket eden motorlu
    araçlara denir. Yani otobüs, minibüs, kamyon vb araçlar bu gruba dahildir.
    Ek olarak hem havada hem karar işletilen araçlarda bu kapsamdadır. Ancak
    sadece havada ve suda işletilen araçlar bu kapsamda değillerdir.
    b- Araç işletilme halinde olmalıdır
  • Motorlu araçlar işletilirken büyük tehlike arz ederler ve bu yüzden KTK
    tehlike sorumluluğunu esas olarak araç işletenin kusursuz sorumluluğu
    çerçevesinde değerlendirme yapmaktadır. Ancak araç işletme halinde değil
    iken verdiği zarar ile meydana gelen zarar arasındaki sorumluluk kusursuz
    sorumluluktur
    c- Aracın işletildiği yer karayolu olmalıdır
    d- Aracın işletilmesi nedeni ile bir zarar meydana gelmiş olmalıdır
  • Aracı işleten kişinin sorumlu olabilmesi için bir zarar meydana gelmiş
    olması aranmaktadır. KTK m 85 den anlaşılacağı üzere motorlu taşıtı
    işleten kişinin ölüm, yaralanma veya zarardan sorumlu tutulabilmesi için
    motorlu taşıt hareket halinde olmalıdır.
    e- Zarar ile fiil arasında uygun illiyet bağı olmalıdır.
  • Uygun illiyet bağından anlamamız gereken; hayatın olağan akışına göre
    meydana gelen zarar ile fiil arasında bir nedensellik bağı bulunmalıdır.
    f- İşleten kuruluş beyyinesi getirememiş olmalıdır
  • Burada üstünde durmamız gereken diğer bir nokta ise; motorlu taşıt
    işletilme halinde iken aracı işletenin kusuru olmasa dahi sorumlu
    olmaktadır. Aracı işleten kişinin zarardan doğan sorumluluktan
    kurtulabilmesi için KTK m86 da sözü geçen kurtuluş beyyinelerinden
    birini ispat etmiş olması aranmaktadır. Kurtuluş beyyineleri: mücbir sebep
    veya zararın bir 3. Kişinin ağır kusurudur. Araç işleten zarardan doğan
    sorumluluktan ancak bunları ispat ettiği ölçüde kurtulmaktadır.
    2- İşletilme halinde olmayan bir aracın sebep olduğu zararlardan sorumluluk
  • KTK m 85/3 uyarınca; araç işletilme halinde bulunmayıp bir kaza meydana
    gelmiş ise aracı işletenin sorumlu tutulabilmesi için ancak zarar gören kişi
    aracı işleten kişinin eylemlerinin bu zararın oluşmasında kusuru

bulunduğunu veya araçta oluşan veya bulunan herhangi bir bozukluğun bu
zararı meydana getirdiğini ispatlamakla yükümlüdür.
Şartlarını ayrıntılı inceleyecek olursak;
a- Zarar işletilme halinde olmayan bir motorlu aracın sebep olduğu trafik
kazasından doğmalıdır.

  • Trafik kazası: bir veya birden fazla motorlu taşıtın karayolu üzerinde
    karıştığı ölüm, yaralanma veya sonucunda zarar meydana gelen olaylardır.
    b- Zarar gören kişi, aracı işletenin kusurunu ispat etmelidir.
  • Burada kusuru sorumluluğundan bahsedildiği için araç işletenin temyiz
    kuvveti aranır. Temyiz kuvveti olmayan kişiler için kusur karinesinden
    bahsedilemez.
    c- Zarar gören , kazanın araca ilişkin bir bozukluktan veya aksaklıktan
    meydana geldiğini ispat etmelidir.
    • Bu kısımda aracı işletenin bu sorumluluktan kurutulabilmesi için aracın
      bozulmasının nedeninin bir 3 . kişi tarafından meydana geldiğini veya zarar
      gören tarafından meydana geldiğini ispat etmesine bağlıdır.

ECE DİZDAROĞLU

      TRAFİK KAZALARI ve MANEVİ TAZMİNAT

Teknolojinin her geçen gün gelişmesi ile birlikte pekçoğumuz  hayatının büyük bölümünde motorlu araçları kullanma durumunda kalıyoruz. Üstelik bu kullanımı belirli yaş aralıklarına sığdırmak mümkün değildir. 10 yaşındaki bir ilkokul öğrencisi evden okula giderken bu motorlu araçları kullanıyorken orta yaşlardaki bir bireyde en basit haliyle evinden iş yerine giderken motorlu araçları kullanmak durumunda kalabiliyor. Motorlu araç kullanımının bu kadar yoğun olduğu bir dönemde karar mekanizmasının bir insan yani hata yapabilen bir varlık olması sebebiyetiyle trafik kazalarının yaşanması da kaçınılmaz olacaktır. Trafik kazalarında gerek şehir içinde gerekse de şehirlerarası yolda olsun oluşabilecek mağduriyetleri önleyebilmek açısından hem kusurlu tarafı hem de mağdur kişiyi koruyabilmek adına trafik sigortası dediğimiz yapılması zorunlu kılınmış bir sigorta türü bulunmaktadır. Pekçok insan bahsettiğimiz bu korumanın nasıl gerçekleştiği, haklarının neler olduğu, bunları nasıl talep edebileceği konusunda bilgi eksikliğine sahiptir. Biz burada bu sorulara yanıt vermeye çalışacağız. Bir trafik kazasına karıştığımızda ve mağdur durumda olduğumuz taktirde karşı taraftan maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunabiliriz. Bu tazminat davaları araç sürücüsü, aracın sahibi ve sigorta şirketine karşı açılabilmektedir. Yasal sınırlar içerisinde tazminat davasını bu kişilerin hepsine birlikte açtığımız taktirde tazminat hakkı kazanmamız daha da muhtemeldir. Örneğin kullandığınız toplu taşıma aracı bir trafik kazasına karıştı ve sonucunda sizin bir mağduriyetiniz meydana geldi. Bu mağduriyet bedensel, ruhen veya maddi olabilir. Mağduriyetinizi gidermek adına maddi ve manevi tazminat istem hakkınız mevcuttur, üstelik bu türden bir kazada toplu taşıma hizmeti belediyenin sorumluluğunda olduğundan, belediye de bir idari kuruluş olduğu için sorumluluk sadece sürücüye veya sigorta şirketine yüklenemez. Söz konusu olayda araç sürücüsü, sigorta şirketi ve belediye müteselsil olarak sorumlu tutulmaktadır. Ancak bu sorumluluk kusurları oranında dağıtılarak mağdurların mağduriyetlerini bu oranda gidermekle yükümle hale getirilirler. Trafik kazalarında maddi ve manevi tazminat talep etme hakkımızdan ve bunları hangi durumda kimlere karşı ileri sürebileceğimizden bahsettik. Şimdi de en basit haliyle tazminat talep haklarımızdan biri olan “manevi tazminat” kaleminden bahsedeceğiz.

Trafik Kazalarında Manevi Tazminat: Manevi tazminat, para ile ölçülemeyen ancak kişinin gerçekleşen eylem nedeniyle yaşadığı üzüntünün ve psikolojik olarak yıpranmasının karşılığını ifade eder. Manevi tazminatı talep etme hakkı kural olarak sadece söz konusu mağduriyetten doğrudan zarar gören kişinin isteme hakkı mevcuttur.Trafik kazalarında manevi tazminat hakkı kazanın, yaralanma veya ölüm haliyle sonuçlanmasına göre değişmektedir. Bir diğer istisna ise yaralanma hali için geçerlidir. Manevi tazminatın kural olarak sadece eylemden doğrudan zarar gören kişinin talep edebileceğini belirtmiştik. Ancak kaza sonucunda bir yaralanma var ise bu yaralanmanın derecesine göre talep hakkı elde edecek kişiler değişmektedir. Basit yaralamalı bir trafik kazası söz konusu ise bu durumda manevi tazminat talep hakkına sadece zarar gören kişinin kendisi sahiptir. Ancak ağır bir bedensel yaralanma söz konusu ise bu durumda zarar gören kişinin yakınları da manevi tazminat talep edebilirler. Ölüm ile sonuçlanan trafik kazalarında ise kazazede yani ölen kişi bir tazminat talebinde bulunamayacağı için bu talep hakkı bu kişinin yakınları tarafından yapılabilmektedir. Ölen kişinin anne ve babası, evli ise eşi ve çocukları vb. kişiler tarafından manevi tazminat talep edilebilir. Ayrıca belirtmek istediğimiz önemli bir nokta, ağır yaralanma veya ölüm halinde kişinin yakınlarının manevi tazminat talebinde bulunabileceğini belirtmiştik. Sürekli tartışılan ve Yargıtay’a göre açıkça belirtilen konu ise “kişinin yakınları” ifadesi ile ne anlamamız gerektiğidir. Kişinin yakınlarından kast sadece aralarındaki kan bağı değildir. Dikkat edilmesi gereken nokta “duygusal yakınlıktır”. Yani aranızda herhangi bir aile ilişkisi veya kan bağı bulunmasa bile, ölen kişinin ölümünden duyduğunuz acı ve üzüntüden dolayı manevi tazminat talep etme hakkınız bulunmaktadır.

Trafik Kazalarında Manevi Tazminatın Berlirlenmesi: Manevi tazminatın tanımını yaparken para ile ölçülemeyecek olduğunu belirtmiştik. Para ile ölçülemeyen bir zararın belirlenmesi hangi kıstaslar göz önünde bulundurularak ve kim tarafından yapıldığını kısaca açıklamaya çalışacağız. Öncelikle manevi zararı belirleme yetkisi hakime aittir. Bu zarar belirlenirken uygun görüldüğü takdirde bilirkişi yardımına başvurulabilir ancak yinede son kararı verme yetkisi hakime aittir. Hakimin takdir yetkisinin olması onun keyfine göre karar vereceği anlamına gelmez. Hakim belirlediği zararın gerekçesini de kararında ortaya koyması gerekmektedir. Trafik kazalarında manevi tazminat miktarı belirlenirken ise tek bir kıstasa bağlı kalınmamıştır. Tarafların kusurlu olup olmadığı, kusurlu olan tarafın kusur oranı, tarafların sosyo-ekonomik durumu, trafik kazasının meydana geliş şekli dikkate alınarak hakkaniyete uygun şekilde karar verilir.

FURKAN YILDIRIM

TRAFİK GÜVENLİĞİNİ TEHLİKEYE

                            SOKMA SUÇU

İnsanlar bulunduğu noktadan başka bir noktaya gidebilmek için bir ulaşım aracı kullanmak durumunda kalmaktadır. Ulaşım araçlarının kullanılması insanların varmak istedikleri  konuma daha hızlı bir şekilde ulaşabilmeleri adına önem kazanmaktadır. Özellikle hem maliyet açısından hem de çevresel faktörleri düşündüğümüzde son yıllarda toplu taşıma araçlarının kullanımında ciddi bir artış söz konusudur. Ülkemizde resmi verilere göre 25 milyon civarında motorlu taşıtların bulunduğu bilinmektedir. Ülkemizin nüfusu ve kayıtlı motorlu taşıt sayısını da göz önünde bulundurduğumuzda özellikle de İstanbul gibi yüz ölçümü nüfusuna oranla küçük kalmış şehirlerimizde trafikte problemlerin ortaya çıkması kaçınılmaz bir hal almaktadır. Bu problemlerin büyük bir kısmını trafik güvenliğini tehlikeye sokmak ve trafik kazalarının oluşturduğunu söylersek haksız sayılmayız. Aslında trafik güvenliğini tehlikeye sokmanın bir sonucu olarak trafik kazalarının gerçekleştiğini söylemek daha doğru olabilir. Çünkü trafiği tehlikeye sokan kişi, alkollü araç kullanarak, seyir halindeyken tehlikeli sollamalar yaparak, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hallerde bulunarak vb. durumlarla bazı davranışlar sergileyerek sonucunun ölümcül boyutlara ulaşabileceği kazalara sebebiyet verebilmektedir. Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu kasten veya taksirle işlenebilmektedir. Biz burada bu suç tipinin taksirle işenme boyutunu ele alacağız. Ancak ana konumuza geçmeden önce bu suç tipinin ortaya çıkışını ve nasıl önlenebileceği konusunda bazı açıklamalarda bulunacağız. Çünkü ceza yaptırımlarının öncelikli amacı bireyi cezalandırmak, bireyi toplumdan uzaklaştırmak değil aksine bireyin toplumla tekrardan uyum içinde yaşamasını sağlamaktır.

Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçunun Ortaya Çıkışı: İnsanlar doğumları itibariyle çeşitli faktörlerin etkisiyle bir şekilde belirli bir kişilik yapısına ulaşmaktadır. Bu ulaşılan kişilik her insanda aynı olmaz. Çünkü insanlara göre doğrular ve yanlışlar farklılık gösterebilir. Ancak öyle durumlar vardır ki herkese göre doğru kabul edilen, öyle yanlışlar vardır ki herkese göre yanlış kabul gören. İşte bu yanlışlardan birisi de trafikte insan hayatını tehlikeye sokmaktır. Bu konu yasa koyucu tarafından kesin olarak yasaklanmıştır ve aksi taktirde bazı yaptırımlarla karşılaşmamız kaçınılmaz olmaktadır. Bir insanın bilerek ve isteyerek bu tip davranışları işlemesinin temelinde yatan nedenleri tek bir şekilde açıklamak sağlıklı olmaz. Bireyin doğumundan itibaren yetiştiği çevresel faktörler, anne ve babasından aldığı eğitim, kişinin psikolojik durumu vb. bunlardan birisi olabilir veya hepsi birlikte de olması mümkündür. Bunun önüne geçebilmek adına bireyin, doğum anından itibaren ebebeyinlerine çok büyük görev düşmektedir. Çünkü bireyin doğduğu andan yetişkinlik dönemine kadar ki en önemli rol modeli anne ve babasıdır. Birey, söz konusu bu suç tipini elinde olmayan sebeplerden dolayı da işleyebilir yani bilmeden ve istemeden. Bizler bu suç tipinin bilmeden ve istemeden yani taksirli bir şekilde işlenmesi halini ele alacağız.

Trafik Güvenliğini Taksirle Tehlikeye Sokma Suçu: Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun kasten veya taksirle işlenebilen bir suç olduğunu belirtmiştik. Bu suç tipinin kast ile işlenmesi TCK madde 179’un birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında açıkça düzenlenmiştir. Trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokma suçu ise TCK madde 180’de “Deniz, hava veya demiryolu ulaşımında, kişinin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından bir tehlikeye taksirle neden olan kimseye üç aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” denilerek söz konusu suç tipi kanunda açıkça düzenlenmiş ve yaptırıma bağlanmıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, her ne kadar söz konusu bu suç tipinin kast veya taksirle işlenebileceğini belirtmiş olmamıza rağmen TCK madde 180’da suçun taksirle işlenmesi boyutunda karayolu araçları dahil edilmemiştir. Özetle karayolu araçlarında trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu kasten işlenebilirken, taksirle işlenmesine dair kanunda yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu suç tipinin taksirle işlenmesi söz konusu olamaz. Yargıtay’ da vermiş olduğu kararlar neticesinde yaptığımız açıklamaları destekler nitelikte bozma kararları vermektedir. Aşağıda konumuz ile alakalı Yargıtay’ın vermiş olduğu bir kararı örneklendirmemiz mümkündür.

Yargıtay Kararı İncelemesi

YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/16725 Karar: 2014/8809 Tarih: 10.04.2014

  • TCK 180. Madde
  • Trafik Güvenliğini Taksirle Tehlikeye Sokma Suçu

Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, mahalli Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Oluş ve dosya kapsamına göre, sanığın gündüz vakti, sevk ve idaresindeki otomobil ile meskun mahalde seyir ederken, önündeki aracı sollamak için karşı şeride geçtiği esnada karşı şeritten gelen araç ile çarpışması sonucu meydana gelen olayda, sanığın sadece karşı yoldan gelen trafiğin kullandığı şerit ya da yol bölümüne girilmesinin, 5237 sayılı TCK’nın 179/2. maddesinde düzenlenen trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturmayacağı, zira 5237 Sayılı TCK’nın 179. maddesinde trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu, bu maddenin 2. fıkrasında, “kara, deniz, hava ve demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık ve malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare etmek…” şeklinde tanımlandığı, aynı Kanunun 180. maddesinde ise, trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokma suçunun düzenlendiği ve bu maddede karayolu ulaşım araçlarına yer verilmediği, dolayısıyla 5237 sayılı TCK’nın 179. maddesinde düzenlenen trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun ancak kasten işlenebilen suçlardan olduğu ve bu suçun oluşabilmesi için aracın kasıt ya da olası kasıtla kişilerin hayat, sağlık ve malvarlığı açısından tehlike yaratacak bir şekilde sevk ve idare edilmesi gerektiği, suçun taksirle işlenen biçimine 5237 sayılı yer verilmediği gibi, koşulları bulunduğu takdirde eylemin 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu kapsamında değerlendirilebileceği anlaşılmakla, yapılan yargılama sonucunda, olayda sanığın kastının bulunmaması nedeniyle atılı suçun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı gerekçesi ile beraat hükmü verilmesi gerektiği gözetilmeksizin yazılı şekilde mahkumiyet hükmü tesis edilmesi,

Kanuna aykırı olup, mahalli Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanununun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak bozulmasına, 10.04.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.

FURKAN YILDIRIM

OTONOM ARAÇ TEKNOLOJİSİ
ve
HUKUKİ BOYUTU

Teknolojinin çok hızlı gelişimi ile ilgili artık geldiğimiz boyut herkesin dikkatini çekmektedir. Özellikle internet ve bilgisayarın hayatımızdaki yeri ve hızlı ilerleyişini takip etmek oldukça zorlaşmış durumda. En basit ifade ile anlatmak isteyecek olursak, son model bir telefon düşünün ilk çıktığı anda sizleri şaşırtacak pekçok donanıma sahip olduğunu görüyorsunuz ancak aradan bir sene bile geçmeden aynı marka bir üst model diye nitelendirerek çok daha donanımlı bir telefon piyasaya sürdüğünü görüyorsunuz. Eskiden insanların alışık olduğu teknolojik gelişmeler 20-30 senelik süreçlere yayılıyordu ancak günümüzde bu süreç daha da kısalmış durumdadır. Hal böyleyken günlük yaşantımızın vazgeçilmezi olan otomobil sektörü de bundan nasibini almış durumdadır. Otomobil sektörü çok büyük bir pazar olduğundan dolayı gerek yatırımcılar gerekse de teknoloji devleri bu alana yatırım yapmaktan çekinmiyorlar. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuz zaman da karşımıza “otonom araç” kavramı çıkıyor. Otonom araç, yapay zeka ve derin öğrenme algoritmaları ile desteklenen, çevresel algılama yetenekleri sayesinde sürücü olmadan kendi kendine çalışabilen araçlara denir. Otonom araç teknolojisi gelişmiş donanım ve yazılımlardan elde edilen gerçek zamanlı duyusal verilerin işlenmesi ile çalışmaktadır. Otonom araçlarda radar, LİDAR, kameralar, destekleyici sensörler ve bilgisayar kullanılmaktadır. Tüm bu teknolojik sistemlerden gelen verilerin belirli bir algoritma üzerinde işlenmesiyle otonom araç teknolojisi ortaya çıkmaktadır.

Otonom Araçlarda Sorumluluk: Otonom araç teknolojisi, herhangi bir sürücü müdahalesi olmadan tamamen yapay zeka ile kendi aksiyonlarına karar veren, kendi kendini idare eden bir teknoloji olduğundan bahsetmiştik. Bir sürücüsü olmayan bu yapay zeka ürününün trafikte herhangi bir hatası halinde sorumluluk kimlere yükleneceği tartışma konusudur. Normal şartlar altında bir sürücüsü bulunan motorlu bir aracın trafikte bir kazaya karışması durumunda sorumluluğun araç sürücüsü veya aracı işletene yükleyebiliriz. Otonom araçlarda ise işletici, sürücü ve üreticinin sorumluluğunu ele alacağız. Otonom araçların amacından ötürü bu sorumlulukları düşündüğümüzde sürücünün sorumluluğunun azalacağına; işleten ve üreticinin sorumluluğunun artacağını rahatlıkla belirtebiliriz.

  1. Sürücünün Sorumluluğu: Sürücünün sorumluluğu, otonom araç teknolojisinde ciddi farklar meydana getirecektir. Otonom araç teknolojisi dediğimiz zaman sürücünün sorumluluğu tamamen ortadan kalkmayacaktır ama normal araçlara oranla daha da hafifleyeceğini söyleyebiliriz. Otonom araç sürücüsü, araç sistemlerinin çalışıp çalışmadığını ve sistemin sınırları hakkında gerekli bilgiyi edinmek, gerektiği yerde sisteme müdahale etmek gibi yükümlülükleri bulunmaktadır. Saydığımız bu yükümlülükleri yerine getiren bir sürücüyü, otonom teknolojiye sahip olan bir aracın karıştığı bir kazadan sorumlu tutmak hakkaniyete uygun düşmeyecektir.
  2. İşletenin Sorumluluğu: İşleten kavramını, motorlu aracı amacına uygun kullanan, gelir elde eden, yararları olan, giderlerine katlanan kişi olarak tanımlayabiliriz. İşleten kavramı Karayolları Trafik Kanunun 3. maddesinde ise şu şekilde açıklanmıştır: “Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydı ile satışta alıcı sıfatı ile sicilde kayıtlı görülen veya aracı uzun süreli kiralama, ariyet veya rehini gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir.”. İşletenin de sürücü ve üreticide olduğu gibi belli başlı sorumlulukları mevcuttur. İşletenin sorumluluğunu ele aldığımızda ise ister sürücü hakimiyetinde bir araç olsun ister otonom teknolojiye sahip bir araç olsun, işletenin sorumluluğunda bir değişikliğe neden olmayacağı düşüncesindeyiz. Araç işletenin sorumluluğu bir kusursuz sorumluluk halidir. Hal böyle iken işleten, mağdur tarafın veya üçüncü bir kişinin ağır kusuru olduğunu ispatlayamadığı sürece sorumluluğu devam edecektir.
  3. Üreticinin Sorumluluğu: Otonom sistemle donatılmış araçlar trafikte bir kazaya sebebiyet verme oranı elbetteki muhtemeldir. Bu başlık altında üreticinin sorumluluk alanlarının değerlendirmesini yapacağız. Otonom sistemle donatılmış araçlarda sürücü ve işletenin sorumlulukları olduğu gibi araç üreticisinin sorumlulukları da mevcuttur. Hatta üreticinin sorumluluğu sürücü ve işletene oranla daha kapsamlı bir sorumluluk halidir. Üretici, üretmiş olduğu otonom özelliklere sahip bir araçta kullandığı teknolojik özelliklerin kapsamından, kullandığı ürünlerin kalitesinden, ürünün üreticeye detaylı bir şekilde bilgilendirilmesi gibi pekçok aşamada sorumlulukları bulunmaktadır. Üreticinin sorumluluktan kurtulabilmesi için, meydana gelen kazanın üretici kaynaklı değil tamamen sürücü veya üçüncü kişilerden dolayı gerçekleştiğini kanıtlaması gerekmektedir. Üreticiye bu boyutta sorumluluklar yükleyen otonom araç teknolojisinin günümüzde neden hala tam anlamıyla hayata geçmediğini de bir yandan düşünmek gerekiyor. Günümüzde tam anlamıyla sürücü müdahalesi olmadan yol alabilen araçlar mevcuttur ancak bu araçlar hala seri üretime geçmemektedir. Bunun nedenlerinden birinin markaların kendilerine bu boyutta büyük sorumluluklar yükleyecek olan teknolojinin olası bir hatası durumunda maruz kalabilecekleri suçlamaları ve marka değer kayıplarını göze alma konusunda ciddi endişeleri olabilir.

Teknoloji ne kadar hızlı gelişirse gelişsin eğer devletler ve uluslararası hukuk çerçevesinde ortaya çıkan yeniliklerin hukuki altyapısı adalete, hakkaniyete uygun bir şekilde oluşturulmadığı sürece birçok teknolojik gelişmeler hayatımıza faydalar sağlamak yerine çok ciddi oranlarda problemlere yol açabilirler. Otonom araç teknolojisine geçme konusunda üreticilerin teknolojik anlamda bir eksikliği olduğunu düşünmüyorum. Asıl beni düşündüren insanlar bu yönde bir teknolojik gelişmeye hazır mı ve bu yönde bir teknolojik gelişmenin hangi boyutlarda hukuki sorunlara neden olacağıdır. Bu hukuki sorunları yukarıda sürücü, işleten ve üretici boyutunda değerlendirmeye çalıştık.

FURKAN YILDIRIM

ARAÇ İŞLETEN ve SORUMLULUKLARI

İnsanlar hayatının büyük bir bölümünde günlük yaşamındaki sorumluluklarını yerine getirebilmek adına ulaşım araçlarına ihtiyaç duyarlar. Kimilerinin her gün gitmek zorunda olduğu bir işi, kimilerinin okulu, kimileri de seyahat amaçlı olarak ulaşım araçlarına ihtiyaç duyarlar. Son zamanlarda özellikle de ülkemizde toplu taşıma araçlarında ki kullanımında bir artış söz konusudur. Hal böyleyken toplu taşıma araçlarını kullandığımız sırada bu araçların karışabileceği olası bir kaza halinde bizim bu mağduriyetimizden kimlerin sorumlu olacağı bilinmesi gereken önemli bir konu haline gelmiştir. Olası bir trafik kazası halinde maddi ve manevi olarak bazı mağduriyetler yaşamamız oldukça muhtemel bir şeydir. İşte bizim bu yaşayacağımız mağduriyetlerin giderilmesi hususunda haklarımız kanunen koruma altına alınmıştır. Toplu taşıma araçlarını kullandığımız sırada bir kaza gerçekleşti ve bu kaza neticesinde maddi ve manevi boyutları olan kayıplarımız olduğunu farzedelim. Bu kayıplarımızdan araç sürücüsü, aracın işleteni ve sigorta şirketini sorumlu tutabiliriz. Bu yazımızda mağdurlara karşı sorumluluk altında olan araç işletenin sorumluluğundan bahsedeceğiz.

Araç İşleten Kimdir: Trafik kazalarından kaynaklanan tazminat davaları, tazminat ve sorumluluk hukukumuzda önemli bir yere sahiptir. Bu davalarda kusurlu olanların yanında, araç işleteninde kusursuz sorumluluğu mevcuttur. Bir başka deyişle, araç işleteni kazanın meydana gelmesinde bir kusuru olmasa bile kusursuz olarak sorumlu tutulmaktadır. İşleten kavramını, motorlu aracı amacına uygun kullanan, gelir elde eden, yararları olan, giderlerine katlanan kişi olarak tanımlayabiliriz.İşleten kavramı Karayolları Trafik Kanunun 3. maddesinde ise şu şekilde açıklanmıştır: “Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydı ile satışta alıcı sıfatı ile sicilde kayıtlı görülen veya aracı uzun süreli kiralama, ariyet veya rehini gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır.” bu açıklama doğrultusunda mülkiyeti muhafaza kaydı ile satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen kişi veya arıcın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehin gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişi aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu kanıtlanan kişi işleten sayılmaktadır. İşleten kavramını gerçek işleten ve farazi işleten olarak ikili bir gruplandırma yaparak incelemek mümkündür.

1. Gerçek İşleten: Bir kişiyi, aşağıdaki durumlarda gerçek işleten olarak nitelendirebiliriz.

– Araç maliki olan kişi

– Mülkiyeti saklı tutarak satıl alan alıcı

– Uzun süreli araç kiralayan kiracı

– Uzun süreli ödünç alan kişi

– Motorlu aracı rehin alan kişi

– Motorlu aracın işletilmesine katılan girişimciler

2. Farazi İşleten: Bir kişiyi, aşağıdaki durumlarda farazi işleten olarak nitelendirebiliriz.

– Araçların bakımı, onarımı, korunması ve satışı gibi alanlarda profesyonel şekilde mesleki çalışmada bulunanlar

– Yarış düzenleyicileri

– Hırsızlar ve gaspçılar

Araç İşletenin Sorumluluğu: Trafik kazalarından kaynaklanan tazminat davalarında sorumluluk kavramının öneminden bahsetmiştik. Araç işleten kişinin de ortaya çıkan bu kazalarda kusursuz bir sorumluluğunun olduğunu biliyoruz. KTK’nin 85. maddesinde de “ Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne, yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, işleten sayılan kişi bu zarardan sorumlu olacaktır.” denilerek işletenin sorumluluğunu açıkça belirtmiştir. İşletenin sorumlu tutulabilmesi için bazı şartların oluşması gerekmektedir. Bu şartlar;

– Ortada bir zarar olmalıdır

– Zarar motorlu araç tarafından verilmelidir

– Zararın motorlu aracın kullanılması sırasında meydana gelmesi gerekmektedir

– Zararın meydana gelmesi ile aracın işletilmesi arasında bir illiyet bağı bulunması gerekmektedir

– İşletenin kurtuluş kanıtı getirmemiş olması gerekir

Araç İşleteninin Sorumluluktan Kurtulması: İşleten sıfatına sahip olan kişinin ortaya çıkan kazalarda sorumlu tutulacağını biliyoruz. Ancak her kaza halinde işleten kesin olarak sorumludur demek yanlış olacaktır. Belli şartlar halinde işletenin bu sorumluluklardan kurtulabilme ihtimali vardır. İşletilen halde olan araçlardan sorumluluğunun ortadan kalkabilmesi için en başta kazanın meydana gelmesinde kendisine veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilere yüklenebilecek bir kusur bulunmamalıdır ve araçtaki bozukluk kazanın oluşumunda rol oynamamalıdır. Ayrıca bu koşullarla beraber, zararla motorlu aracın işletilmesi arasındaki uygun illiyet bağının, mücbir sebep veya mağdurun veya üçüncü kişinin ağır kusuru ile kesildiğini ispatlaması gerekmektedir. Yani işletenin sorumluluğunun ortadan kalkması için sadece illiyet bağını kesen nedenlerden birini ispatlaması yeterli değildir. Ayrıca kusursuzluğunu ve araçtaki bozukluğun kazanın oluşumunda etkili olmadığını ispatlaması gerekmektedir. Burada ispat yükü zarar görenin omuzlarına yüklenmemiştir. Kanunda işletenin kusuru ile araçtaki bozukluk, karine olarak kabul edildiğinden; işleten kusursuzluğunu ve araçtaki bozukluğun kazaya sebebiyet vermediğini ispatlamak ile yükümlüdür. İşleten bu karineyi çürütemez ise, uygun illiyet bağını kesen nedenlerden birini ispatlamış olsa dahi motorlu aracın işletilmesinden doğan zarardan kurtulamaz.

FURKAN YILDIRIM

Open chat
Whatsappdan mesaj at
Merhaba
Geçmiş Olsun.Size yardımcı olabiliriz.
Hemen Ara